Anne Sütü Dinler Gibi Masum
27 Aralık
2013 sabahı, kızımı kucağıma aldığımda ne o günkü euro dolar paritesinin
hesabındaydım, ne dünyanın herhangi bir yerinde benimle eş zamanlı doğum
yapan, geleceğin terörist, katil ve de hırsız annelerinin suçlu yetiştirme
potansiyellerinin ihtimallerindeydim. Mis kokulu yavrumun güzelliği ile
büyülenmiş, ortalama albenideki genlerimizin nasıl olup da böyle ciddi bir çıta
atlayarak evrildiğinin düşünceleri ile makyaj yapma peşindeydim. Malum; 2000'li
yıllar ile doğum odasında anne, baba, sağlık ekibi ve de bebek dışında hayati
öneme sahip bir ekip daha vardı doğuma katkıda bulunan: Doğum Fotoğrafçısı. Ve
ben çok güzel olmalıydım. Vajinası 10 dakika önce 3750 gr bir kütleyi itmiş
gibi değil de, yeni yaz'da ışıl ışıl Boğaz'a karşı bir koktelyde, rose şarabımı
yudumlarken poz verircesine...
Bebeğin beslenmesi ve doyması,
hemşirenin uyarısıyla diğer önem arz eden konuları açık ara geride bırakıp,
doğumdan birkaç saat sonra anca benim gündemimin ilk sırasına yerleşmişti.
Emindim. Şakır şakır sütüm
gelecek, bebeğim cop cop emecek ve küp gibi doyacaktı. Emzirmenin ve anne
sütünün önemini, değerini doğumdan önce eşimle katıldığımız "anne-baba
eğitimi" sertifika programlarında, bloglarda okuduğum yazılarda iyice bellemiş,
hatta emzirmeyen (emziremeyen değil zira her kadının sütü vardı, aksi iddia
edilemezdi) annelerin topa tutulup, hakaretle sentezlenmiş aşağılamalarla sözüm
ona "atıldığı" bir takım "bebek kaporta hizmetleri" sosyal
medya gruplarına üye olmuş, sıranın bana gelmesini bekliyordum. Doğum yaptıktan
sonra ilk işim, bebeğin nüfus işlemlerini başlatmak yerine, üye olduğum bu
muhterem iletişim ağlarında, nasıl süt arttırılır, nasıl emzirme panayırı
yapılır, bebek nasıl topaç gibi büyütülür başlıklı konularda bildiklerimi, taze
anneler ve anne adayları ile paylaşmak, onlara yol göstermek, sordukları
sorulara, bilgece cevap vermek; bilemediğim bir yerden soru geldiğinde ise
karşı tarafı azarlayarak konuyu kestirip atmaktı.
İlk 2 gün kolostrum denen sarı
renkteki Antikor ve immunglobulin bombası sütümü,
bebeğime sağarak verebildim. Deneyimli biri böyle durumlarda sizi çok
rahatlatır. Sütüm hemen gelmediği için ablam, sağarak getirebileceğimi söyledi
ve süt sağma makinesini kurdu. Böylelikle fazla strese girmeden sütümü arttırmayı
başardım. Ancak bebek doymadığı için bu esnada birkaç gün yenidoğan maması ile
de takviye yaptık. Tabi benim sosyal medyada gövde gösterisi yapma planlarım
çoktan suya düşmüş, aksine bebeğimin aç kalmaması için "Günlük Süt Yapan
Şeyler Alışveriş Listesi" kağıtları önüme düşmüştü. Mutfak
tezgahında destek kuvvetlerden gelen envai çeşit yemekler, tatlılar bir öbek
oluşturmuş, üstüne eşimin aldığı malt içecekler, sütlü nuriyeler, dereotu
kasaları kendine yer bulmaya çalışıyordu. Konu komşudan gelen kayısı kuruları,
kompostolar, ekmek tatlıları, pideler derken emzirdikçe acıkan, acıktıkça
emziren, sütü artsın diye dağları yemeyi göze alan pimpirikli lohusa, doğumdan
2 gün sonra eski kilosuna dönmekte acele etmiş, ama 40 gün içinde de 10 kg 'u
geri almakta da geç kalmamıştı.
Kadınların
sayıca fazla olduğu ailelerin evlerinde kelimeler de , ah'lar da ; ayyy'ler de;
ohhh'lar da; vah vah'lar da; katlanarak artar. Her ünlem dolu cümle bir
öncekinin en az karesi alınarak büyür.
Şöyle ki;
Saçları yağlanmış, süt kokulu ve yarım ojeli lohusa şöyle der: "Acaba
sütüm yetmiyor mu?"
Annesi:
"Çocuk hep ağlıyor zaten doymuyor mu acaba?"
Kayınvalidesi:
"Bizim yeni doğum yapmış bir tanıdık var, ondan süt isteyelim."
Ablası:
"Zamanında benim sütümle 2 çocuk doyardı, çok sütüm vardı benim."
Kardeşi:
"Abla , bu çocuk aç bak, hep parmağını emiyor."
Küçük
Kardeşi: "En iyisi bizimle bir yemek yesin, hem karnı doyar."
Bu minik
dialogların binlercesi evimizde geçti, geçiyor, geçecek. Görüldüğü gibi bezgin
lohusanın bir "Acaba " sorusunun altında aslında yatan, bir güven
tazeleme ihtiyacıdır. "Acaba sütüm yetmiyor mu?" diye sorarken
esas söylemek istediği şudur: "Sütümün yetmesini istiyorum, lütfen bana
destek olun."
Ev ahalisi
tamamen iyi niyetle konuşmaya dahil olur ve içlerinden geldiği gibi yorumlarda
bulunurlar. Hepsi gayet içten ve tasasızdırlar. Ancak huzursuz lohusanın bu
dialogtan kendine çıkardığı pay: "Sütüm yok, yetersizim." den fazlası
değildir. Olumsuz düşünceler denizinde, annelik kayığını bir oraya bir buraya
savura savura çeken taze annenin lohusalık günleri bir manik bir depresif
şekilde geçip gitse de, konut kredisi faizleri gibi günü gününe uymayan süt
rezervleri bir hayli şaşırtıcı şekilde dolup boşalmaktadır. Kimi ay 1,5 kg alan
bebek, kimi ay 600 gr'da kalmış, annenin neşesinin ve hüznünün şiddeti, tartıya
yansımıştı. Bu böyle olmayacak diye radikal bir karar alan kadın, bir gün en
ciddi sesiyle eşine telefon açmış ve Uludere Faciasını örtbas eden hükümet
gibi, olaya gizlilik, mecburiyet ve gizem süsü vererek şöyle demişti:
"Gelirken Mama AL."
Hayatlarına
mamanın girmesiyle, rahatladılar mı daha çok perişan mı oldular, geçen 1,5 yıl
sonunda hala bu sorunun cevabını bilemediler. Mama takviyesi bebeğe yaramış,
uykuları uzamış, karnının ARTIK doyduğundan emin olan ebeveynlerin vicdanı
rahatlamıştı. Ancak anne sütünü bırakma riski , iki kaşın ortasından fırlayan o
eğreti tek kıl gibi çıkıp , suratları ekşitmişti. Bebek, biberondan kana kana
içmek varken, niye kan ter içinde annesinin memesini tutsundu? Anneden uzaklaşmaya,
işin kolayına kaçmayı öğrenmeye başlamıştı o 500 gr'lık beyin. Bu defa da
kaşıkla besleyelim, pipetle besleyelim, anne memesi gibi biberon, memede mama
gibi olaylar hayatlarına girmişti. Her yeni olay, taze anne için yeni stres
kaynakları, yeni fazla kilolar, yeni alışveriş bahaneleri ve ailenin bütçesinde
yeni yamalar demekti. Buna rağmen sırf daha fazla emzirebilmek için 8 yıldır
büyük emek verdiği kariyerine şeffaf bir virgül koymuş, çok önemsediği işine
hiç düşünmeden veda etmişti. Bazen bu kararını sorgularken buluyordu
kendini..Bir damla fazla anne sütü için gemileri yakmak değildi yaptığı, her
bebeğe annesinin bakmasını savunuyordu kendisini bildi bileli, ama özlüyordu
işte, takım elbiseleri, topuklu ayakkabıları, parfüm kokulu asansörleri, öğle
arası hızla içilen americano'ları değil belki ama mesleğinin ona sunduğu
"hayatları iyileştirme" hikayelerinde yardımcı oyuncu olmayı
özlüyordu. Yetenek avına çıktığı hırçın silikon vadisinde panter bir iş kadını
olmayı yeğliyordu bazen, sırtına kadar sıçmış, büyüme ataklarından muzdarip,
iştahlı bebeğini temizlemek yerine...
Deyim yerindeyse ağır bir kışın
ardından çıktıkları akdeniz tatili, taze anne babaya da bebeğe de dinginlik ve
sakinlik katmıştı. Kardinalmelon'lar hem anneye hem de bebeğe yaramış,
tebessümlerle geçen tatil sonunda huzura ererek İstanbul'a dönmüşlerdi. Bebek
iyiden iyiye ek besinlere alışmış, toprağın üstünde devirdiği 9 ayda kendi
seçimlerini belirlemeye bile başlamıştı. İşte tam da bu tarihlerde huzurları
bir kez daha kaçmaya başlamıştı. Bebek anne memesini ittirmeye, başını
çevirmeye başlamış, orta boy bir çipurayı kimse ile paylaşmaya yanaşmamıştı. Bu
kez yine süt peygamberi: Süt sağma makinesi devreye girmiş, birikmiş sütler,
çorbalara katılmaya, bir damlasına tapılan mucize : omlet yumuşatıcısı olmaya
yüz tutmuştu. 1 yaşına gelmeden beklenen son şaşırtmamış, peygamber çarmıha
gerilmiş, süt duaları aminsiz kalmış ve tek memede kalan son sütler de
med-cezir vuran denizler misali çekilmişti.
Çok sevdiğim bir yazarın dediği
gibi; bulaşık suyu gibi akan zaman , yaşarken kahır ve ızdırap çektiğimiz
günlerin arınarak sadece saf duygularını bizde bıraktığnıı öğretti.
Anne sütünün Aylin le benim
ortak tarihimizdeki yeri: EMEK demek. Zahmet demek. Fenomen demek. Çokça kaynak
taradım, doktorla görüştüm, alternatif tıptan medet dilendim ancak her kadının
gibi benim de kendime has bir bünyem, süt potansiyelim ve genetiğim vardı. O
zamanlar kendimi yetersiz hissettiren tüm alt yazılı cümlelere öfkem ve
kırgınlığım geçti gitti. Sonuçta benim derinlerimde olan acizlik ve zayıflık
duygusunu kremşarti çırpar gibi büyütüp sertleştirdiler. Diyebilseydim ki;
"Ben bu kadarım ve bu bize yetiyor." herşey süt liman olacak,
hanemizi duygular yerine kararlar yönetecek, çok daha mutlu bir kadın
olacaktım.Doyasıya emziren tüm anneleri kıskanmayacak, eksiliğini hissettiğim
duygumu mutfakta bastırmaya çalışmayacaktım.
Bu yazıyı kaleme almamın
nedeni, benim gibi mükemmeliyetçilikle kendini yoran ve ilk anneliğini yaşayan
kadınların, toplum tarafından, kitle iletişim araçları tarafından mesaj
yağmuruna tutulurken, bireysel farkındalık ve gen şemsiyelerini üstlerine
kocaman açmaları, "Ne kadar az bilgi, o kadar duru bir ruh"
önermesini yakalamaları , kendilerine haksızlık ederek, atmosferlerini keşkelerle
doldurmamalarına vesile olabilmek.
Annenin mutlu haleti ruhiyesi,
memelerindeki sütünden daha besleyici ve daha değerli.
Lohusa şerbetiyse, fıstıklıysa
gerekli :)
Emzirme , yeni Doğan bebek ve annesi ile ilgili hiç bu kadar içten ve iyi yazı okumadım sanırım . Bir çok yerde gülümsedim çok . O ' marketten gizlice mama al ' telefon görülmemi hatırladım , benden sadece 1 yıl önce doğum yapmış Arkadaşımın hiç bir şekilde benimle empati kuramamasını hatırladım , ebebeylerimin ' bu çocuk aç mı ? ' sorularından bunalmış , ondan destek beklerken ' benim sütüm çoktu , bir kısmını sağıp bebeğime Muhallebi yapıyorum , senin sütün az sanırım ' dediğinde yıkılmıştık . Yanlız kalınca eşimi arayıp , hıçkıra hıçkıra mama almasını istemiştim . Gizlice . Şimdi olsa yapmam , ama lohusalık Bambaşka ... Artık keşke üzerimizden ' sütün MÜ yetmiyor ' baskısını kaldırabilsek .
YanıtlaSil