SADE EBEVEYLİĞE YOLCULUK: KRİZ
2017’nin mart ayı. Kızımın orta kulak iltihabı ile 7. sınavı.
Bilirsiniz; huyu değişen çocuk, iğneler, şuruplar,
makinede dönen kusmuklu çamaşırlar, uykusuz geçen 6. gün ve “neyi yanlış
yapıyoruz?”içerikli vicdan muhasebeleri…
Bir yandan hapşıran bir yandan tıksıran kızım ve hastalıkla şaha kalkan “ben’liği.”
Ağlama krizine girip, morarmasına sebep olansa:
Çizgi film karakterinin elbisesini giymek istemesi. Elbise ip askılı ve yazlık.
Uzun zamandır böyle çaresiz hissetmemiştim çünkü
sıradan bir çocuk inadı mı yoksa benliğini ortaya koymak için çırpınması mı
kestiremedim.
Benliğini ortaya koyması, kişilik haklarına saygı
duyulması ve seçimlerinde özgürleştirilmesi konusunda hassastım, ailecek
hassastık. Belki de bu yüzden bir çok konunun kararını daha 3 yaşındaki çocuğa
bırakarak bilmeden üzerine fazla sorumluluk ve yük bindirdik. Bunun adına
modern, empatik , mantıklı ebeveynlik dedik. Kendi doğrularımıza ters düşen
kararlarını da kendimizce manüpule ederek çocuğu sersemletmiş de olabiliriz.
Mesela; elbise giymek ister misin diye sorduk, dolabından seç dedik. Yazlık
elbise seçtiğinde de kıyameti kopardık. Önermelerimiz sade ve net değildi.
Çocuklar küçük ev aletleri gibiymiş, komutları sırayla ve doğru zamanda
vermemiz gerektiğini bilemedik.
Doğduğundan bu yana “ sürekli alma” eylemi üzerine
kurulu aile çarkımızın dişlileri arıza verdiğinde , ilk yardımı hep “yanlış
seçimlere” yaparak yeniden “doğru” alışverişi aradık. Şampuandan, pişik
kremine, mama sandalyesinden, alt açma örtüsüne, diş kaşıyıcıdan, ilk
ayakkabısına, biraz daha büyüdüğünde mayosunu, havlusunu, çantasını, tatilini,
araba gereçlerini, kitaplarını, giysilerini her şeyini ama her şeyini atomu
parçalar ciddiyeti ve titizliğinde seçip, seçimlerimizle kendimizi tatmin edip,
gelecekteki tatminsiz ve toleranssız insan nasıl oldu belgeseline amme hizmeti
yapmış olduk.
Bu konu öyle uzun öyle çetrefilli ki, yaptığımız
hataları uzun uzun anlatmak yerine, o hataları yaparken- o anda yaşadığımız
stresi hissetmek bile bedelini ödemeye yetiyor inanın.
Gelelim şu hastalıktan muzdarip yavrunun,
karakterler (Disney) ve kostümlerle sarılmış dört bir yanını inşa ederken fark
etmediğimiz, sonrasında yaşattığı sıkıntıyı idrak edemediğimiz ama içimizde de
hep bir “içe sinmeme” duygusuna sebep olan “çocuğa her şeyleri bahşetme”
kompleksimize:
Ailemde alışveriş konusunda sınırlama yoktu. Eşim
Bulgaristandan göçerken yokluk çekmişti. Ben ihtiyaç dışı harcamanın doğal,
eşim de harcadıkça güvende olma hissinin keyifli olduğunu öğrenmiştik. Böyle
bir çiftin sentezi de duygusal alışveriş ve satın almanın görünen hazzına
dönüşmüştü.
Kızımızın ilk torun olması, yoğun ve keyif verici
hediyelerle donatılması da aklı ermeye başladıkça, onu bir “hediye bağımlısı”
konumuna sürüklemek üzereydi.
Birkaç ay önce henüz 3 yaşında bir çocuğa dev gelecek
gardrobunun yetmediğini görünce, kıyafet almayı bıraktım. İhtiyacı olan birkaç
parçayı doğum gününde hediye getirdiler, ben talep ettim.
30’a yaklaşan barbie bebeklerini ayırdık, diğer oyuncakların
da kimini kaldırdık, kimini verdik. Hastalık zamanı evde kalınca da kitaplığını
düzenledik. Her hafta 3 kitaba ulaşabilir kıldık. Diğerlerini gözünün önünden
aldık. Seçenekler ve fazlalıkla boğduğumuz taze ruhunu ferahlatmak için ne
gerekiyorsa yapmaya hazırdık.
Kızımız hiçbir zaman oyuncakçıda tutturan bir çocuk
olmadı, istediği satın alınmadığında ağlayan , kendini yerlere atan bir yavru
değildi. Burdaki sinyali dahi göremedik. Çocuk bizden bişey talep etmedi ki. Ne
yeni bir bebek, ne yeni bir prenses kostümü.Hep biz olması gereken / alınması
gereken “O” gibi davrandık. Kanaatkar ve elindekiyle mutlu olabilme yetisini
biz kızımızdan öğrendik.
Şöyle ki doğum gününde söz verdiğimiz bebek evini
bulamayınca kendisiyle “ciddi bir konuşma yapmak için “ en üzgün ifadelerimizle
yanına gittik ve “Olsun anne, olsun baba” cümlesine bile aptal vicdanlarımızı
yükleyip fellik fellik arayarak o evi bulduk ve sözüm ona kızımıza bahşettik.
Sadece 2 ayda geldiğimiz nokta budur. 2 ay önce gurur duyduğumuz bir tablo şuan
bir utanç meselesine dönüştü. Materyalist ebeveynliğimize bir başkaldırı, hatta
evde bir devrim.
Kendi çocuğum, akrabalarımın çocukları, öğrencilerim
vs, söz konusu çocuk olunca ruhsal
kriz anlarında mutlaka uzmanlık alınması taraftarıyım. Bunun için imkan
yaratılmalı. Başı ağrıyan ilaç, ruhu ağrıyan karar alır ! Bu konunun üzerine
gitmek bizim en radikal kararımızdı. Örtbas etmedik, ertelemedik. Sıcağı
sıcağına üstüne gittik. Anne babalığın her an öğrenilmek zorunda olunan sonsuz
bir okul olduğunu hüzünle keşfettik (deneyim deneyimdir: acı / tatlı).
Bu yüzleşmek
de demek. Herşeyi kontrol altında tutmaya çalışan kaygı bozukluğuna yatkın
ruhlarımıza, her şeyi mükemmel yapmaya çalışan Tanrı sendromundan muzdarip
anneliğimize isyan, hatalı davranışlarımızı affedecek kadar kendimize şefkatli
ve eş’le takım olabilmek adına birbirimize önyargısız ve tahammüllü olabilmeye
soyunmak; sözüm ona güç ve yürek de istedi. Biz de verdik.
“Tevekkül, aklın sigortasıdır.” Buna inandık, yola buradan
çıktık.
Her hastalandığında, vicdan gölgesi altında esneyen
kuralları Japon yapıştırıcısıyla yapıştırdık. Esneklik iyidir, mantıklıysa.
Hediye kabul etmediğimizi ailemizle paylaşmıştık.
Bunun yerine kızımızın ileride kullanması için maddi kaynak havuzuna halası,
anneannesi vs katkıda bulundu. Dokunmadık. Eskiden olduğu gibi çocuğa verilen harçlıkları,
ihtiyaç yaratıp AVM’de tüketmedik. Uzun zamandır her istediğine evet demiyoruz
bunu öğrendik ancak öğretmede sıkıntı yaşadığımız için krizlere mahal verdik,
son krizden sonra “yumuşak geçiş yönteminin “ bize uymadığını öğrendik ve psikologumuzun
yönlendirmesiyle “bir sabah uyandık ve evden birçok eşyanın gittiğini anladık.”
Bu yazıyı yazmama sebep olan olaya geldik: Kızım
sabah uyandığında evdeki eksikleri FARKETMEDİ!
2 Gün oldu ancak hala, en çok sevdiği oyuncak
ocağının, bayıldığını düşündüğümüz birkaç bebeğin, bebek kozmetik çantasının
hatta plastik mutfak eşyalarının yokluğunu fark etmedi bile.
Ona küçük gelmesine rağmen ısrarla giydiği
kostümleri, market arabası artık yok ve hiç sormadı, hiç!
Kalan bebekleriyle oynuyor, resim yapıyor ve tahta
oyuncaklarına dönmenin tadını çıkarıyor. Dün akşam Emel Sayın konserini izledik
eşimle, ağlamaktan katılması da buna eşlik etti. Göz ucuyla süzdük, tepki
vermedik. Sonra kalktı odasına gitti oynamaya başladı. 2 gün önceki
tepkilerimizin üzerine hiç tepki vermememiz onu pes ettirdi. Biliyorum bu akşam
da maç izlemek isteyeceğiz ve yine ağlayacak , sukunetle bekleyeceğiz. Bizim de
kararlarımızın olduğunu ve paylaşmanın güzelliğini, hissettireceğiz.
Ailemizin ekosistemi, gerçek hayattan bir nebze
farklıydı. Şimdi normale dönüyoruz. Sadeleşmek bu aslında, gerçek hayatla başa
çıkabilme yetisi kadar kalma. Gerisi hep fazlalık..
Biz görmedik yavrumuz görsün / ben her şeyi en
harika şekilde lutfederim çocuğa yapılan en büyük haksızlık. Ailede bu
kavramlar doğru oturursa, kreşte, sokakta karşılaşacağı tüm bilgiler , doğru
davranışın altında ezilir, üste çıkıp benliği boğmaz.
İşte özellikle bu hafta sonu sade anneliğe dair
bunları öğrendim.
Yolculuğumuz devam ediyor; düşe kalka, güle ağlaya
ama hep severek, hergün daha çok severek…
Yorumlar
Yorum Gönder