SADE EBEVEYNLİK: KİTAP

Merhaba,

Kitabımızın ismi bu: HAZ ÇAĞINDA ORGANİK ÇOCUK YETİŞTİRMEK.

Yine kitap fuarında tesadüfen denk geldiğim ve ismine ikna olup satın aldığım bir kitaptı.

Yazarı: Dr. Faruk ÖNDAĞ, Timaş Yayınlarından 1. Baskısı Şubat 2014’te yapılmış.

Yazarın uslübu oldukça samimi ve akıcı, her eğitim seviyesinde okuyucunun kolaylıkla okuması için sade zaman zaman rahat bir dille yazdığını düşünüyorum.

Beni bir noktadan sonra “fazla rahat olmak” rahatsız etse de  sonradan düşününce “kolay okunabilir” düşüncesiyle yazmış olabileceği ihtimali aklıma geldi. Yoksa yazan kişinin doktor olması illa bilimsel dille yazılması gerektiği beklentisini doğurmamalı.

Kitabı hem bir anne, hem evlat, hem eğitimci hem de sıkı bir gözlemci apoletlerimle okudum. 

Kitabın ana teması: Çağa Uygun Çocuk Yetiştirememek, Yetiştirebilmek için yapılabilecekler diyebilirim.

Kitap; her istediği yapılan, her sözü emir sayılan, teknoloji fazla iç içe, hazır ve paketlenmiş gıdalardan muzdarip , haz odaklı yetiştirilen, bireysel her işinde ebeveynine bağımlı, çocukluğunu doğal ortamında yaşayamamış, apartmanlarda, rezidanslarda büyüyen, doğadan uzak, hareketten yoksun, eğitim hayatında başarısız (ders başarısından bahsedilmiyor) , insan ilişkilerinde zayıf, saygı ve ahlaki değerleri defolu, yaşadığı çevrenin ve dünyanın bilincinden, farkındalığından uzak çocukların, nasıl bu hale evrildiğini, toplumca, ailece neleri yapamadığımızı, neleri yanlış yaptığımızı anlatıyor aslında…

Yazar bu tip çocuklara: embesil diyor ve nasıl embesil yetiştiğimizin kılavuzunu açıklıyor.
Hayatın gerçeklerinden sürekli sakınılan, kardeş kavgalarında devreye giren anne babaların tutumlarından, arkadaşlarıyla sıkıntı yaşayan öğrencileri gereksizce kollayan eğitimcilerden, her düştüğünde elinden tutulan bebeklerin gelişimini farkında olmadan sekteye uğratan taze ebeveynlerden dem vuruyor.

Kitapta zaman zaman Osmanlı İmparatorluğuna gidip, eğitim sisteminden örneklere rastlıyoruz, kimi zaman günümüz Avrupa’sına gelip, aslında modern gördüğümüz / sandığımız bazı Batı ülkelerinin eğitim yöntemlerinde ne kadar çağ dışı ve yobaz olduğunu kanıtlarla/ resmi verilerle öğreniyoruz.

“Çocuk arada hüznü, üzüntüyü, sabrı da yaşamalı ki “evet , tamam , tabii ki olur’un bir tadı, bir anlamı olsun, çocuk yaşadığımız bu zorlu hayatta, mutlu olabilmeyi becersin.”

Her şey biraz da zıttı ile anlam bulur.”

“Sınanmamış insan çiğ insandır, kıvamını bulamamıştır.

“Hata ederek de olsa kıvamını bulana aşk olsun. Ayağı kayıp da kendine gelene helal olsun. Sınanmamış adam, kalite kontrolden geçmemiş araba gibidir. Düzgün duruşu şimdiliktir ve naylondur. Virajlarda savrulabilir. Yokuşlarda freni tutmayabilir. Zorlanınca yoldan çıkabilir. Hata yapmamış adam, rüzgar yememiş kış görmemiş ağaç gibidir. Dik duruşu sahtedir. Zorlanırsa dalları kırılabilir, yerinden oynayabilir.”

Diyor yazarımız, alıntı yapmak istediğim güzel metaforları mevcut, ancak genel güzellemerini yaparken cinsiyetçi davranması ve kendi dünya görüşünü kitapta sık hissetirmesi bende olumsuz duygular uyandırdı. Aileleri sosyal demokrat/ sol görüşlü; mutaassıp/ sağ görüşlü diye kategorize etmeseydi daha çok puan toplardı diye düşünüyorum.

Kitabın 71. sayfasında şöyle bir cümle geçiyor: “Motivasyon sürekli sırt okşamakla sağlanmaz. Bazen bir hakaret ya da uğranılan haksızlık da o insanı harekete geçirebilir.”

Cümleye katılmakla beraber , çocuk eğitiminde bazı ailelerin kullandığı despotça yöntemlere bir sığınak inşa ettiği için kitapta bu şekilde verilmesinden haz etmediğimi belirtmek istedim. Ailelerin meşhur performans değerlendirme kriteri olan “elalemin çocuğu” argümanını haklı çıkaran, “dayağı “ meşrulaştıran bir anlama hizmet eden bir cümle gibi okudum ben. Öyle olmaya da bilir. Ancak birkaç arkadaşıma da gösterdiğimde benimle aynı fikre kapıldılar.

Çocukların ev işlerine olan mesafeleri, teknoloji ile olan prestij göstergeleri, harçlık yarışları, ailelerin şefkat tokatları, üst gelir grubundakilerin cadde hayatları (Ferrariler, gece hayatları, ilişkiler vb) , namus meseleri, tesettür, gençler arasında siyaset, benim çocuğum yapmaz denilen konular (porno film izlemek, alkol, sigara, madde,  suç, vs), anne-babalı yetimler gibi konular; nükteli başlıklar  altında, yazının başında da dediğim gibi geçmişten günümüze Onurlu bir nesil yetiştirmek için uygulanan methodlar ve yapılan hatalar gerçek örneklerle anlatılıyor.
Beni en çok etkileyen “dayak “ meselesiydi. Yazar asla dayağın eğitim methodu olarak kullanmamasını savunuyor ve yine kendi hayatından örneklerle hayrete düşürüyor. Eğitim seviyesinin şiddete eğilimle bir kolerasyonu olmadığını yine görüyoruz.

Anne babasının sayesinde kendini alemin efendisi sanan, her istediği anında olsun isteyen, arzın merkezinde yaşadığını sanan çocuklara yapılan en büyük haksızlıklardan bahseden kitap, 2 günde bitirdiğim ve paylaşmak istediğim bir okuma oldu.

Ergenlere asla nasihat verilmemesi, disiplinin gerçek tanımı kitaptan payıma düşenlerdi. İngiltere’de 1987 yılında okullarda yasaklanan dayağın, ülkemizde 1892 yılında, İstanbul İptidai Mektepleri Talimatnamesi ile yasaklandığı bilgisi de hem şaşırdığım hem de gurur duyduğum bir öğrenme oldu.

Önce kendime sonra, her velime, her arkadaşıma anlatmak istediğim, çocuklarımız üzerinden yaptığımız harcamaların, ruhlarımızdaki defolardan kaynaklandığını haykırmak istediğim, çocuklarımıza artık yardım etme zamanının geldiğini , bunu toplumca yaparsak daha sağlıklı daha onurlu bir nesli yetiştireceğimizi hissettirmek istediğim şu dönemde karşıma çıkan bu kitaba ve yazara, tüm eleştirilerimle birlikte, saygı ve minnetimi sunuyorum.


Sevgiyle…


Yorumlar

Popüler Yayınlar